Bir başka bank holiday'i fırsat bilip, kısa bir "Köşe bucak İngiltere" kaçamağı ile daha karşınızdayım. Bu seferki destinasyon: Galler. İlk defa ziyaret ettiğim bu ülkenin en büyük iki şehri Cardiff ve Swansea'yi gezdim.
Galler'in simgesinin kırmızı ejderha olduğunu hatta bayrağında dahi yer aldığını biliyor muydunuz? Cidden ejderhaları olsa güzel olurdu tabii, ama aslında bunun açıklaması yüzyıllar öncesinde yapılan savaşlara güç ve otoriteyi sembolize etmesi için ejderha maskotu götürmeleriymiş.
NEREDE BU "GALLER"?
Birleşik Krallığa bağlı dört ülkeden biri olan Galler yani "Wales" (diğerleri İngiltere, İskoçya ve Kuzey İrlanda), Büyük Britanya adasının güneybatısında yer alıyor. Büyük Britanya (Great Britain), Birleşik Krallık (United Kingdom) vs karıştırmamak adina Venn şemasını andıran (hatırlamayan varsa arkadaşlığımızı gözden geçirelim) haritayı paylaşıyorum. Öğrenelim, bilelim, ortamlarda cahil kalmayalım.
Cardiff, Galler'in en büyük şehri ve başkenti. Swansea ise ikinci büyük şehir ve ülkenin önemli liman kenti.
Yerel dilleri Galce.
Galce, Kelt dillerinin modern formlarından biri ve Briton dil altyapısı olmasına rağmen kesinlikle İngilizce'yle alakası yok. Hatta o kadar alakasız bir dil ki, sanki klavyeye rastgele basıp kelime üretmişler gibi, "hfdishfifjdsk" çok rahat Galce bir kelime olabilir mesela.
Dalga geçiyorum sanıyosunuz ama, Galler'de şöyle bir şehir mevcut:
"Llanfairpwllgwyngyllgogerychwyrn-drobwllllantysiliogogogoch"
Öğrenilesi diller arasından Galce'yi yavaşça çıkarıyoruz.
Zaten ülkenin yaklaşık %30'u bu dili konuşabiliyormuş, yani İngilizce kullanımı daha yaygın. Ama yine de şehirdeki her tabelada iki dil yer alıyor: Galce ve İngilizce. Ayrıca, tüm sokaklarda Galler'in milli bayrağı kırmızı ejderha asılı. Birleşik Krallığa bağlı olmasına rağmen, kendi dil ve bayraklarını bu kadar göz önünde bulundurmalarını, halkın kendi benliklerini koruyarak yaşatma isteği olarak yorumladım (bana kaldı zaten, Seçil Cardiff'ten bildirdi)
19.yy'a kadar hayatına küçük bir kasaba olarak mutlu mesut devam eden Cardiff ve Swansea, bölgenin endüstriyelleşmesi ile birlikte kömür ticaretinin hız kazanması sonucu hazla büyüyor ve 1905'te Cardiff 1955'te ise Swansea şehir unvanı kazanıyor.
National Geographic tarafından dünyanın en iyi alternatif turist destinasyonlarından biri seçilen Cardiff'in nüfusu 350 bin. Londra'dan iki şehre de direkt tren var ve yaklaşık 2 saat sürüyor.
CARDIFF
Cardiff'te gezilecek iki ana kısım var: Cardiff Central (şehir merkezi) ve Cardiff Bay (körfez bölgesi)
Şehir merkezinden başlayalım: İngiltere'de kalesiz şehir olur mu? Tabii ki olmaz, olanı henüz görmedim.
İlk durak, kaçınılmaz şekilde, Cardiff Kalesi.
1.yy'da Romalılar tarafından yapılmış (diğer tüm kalelerde olduğu gibi), yani 2000 yıllık bir yapı. Kale bölgesini çevreleyen kapıdan girip içeriye ücret vermeden bakabilirsiniz, böylelikle tepe üzerinde yer alan asıl kaleyi, ejderha heykelini ve etrafını görüyorsunuz. Çoğu alanda tadilat olduğu için ve çok da tarih göreyim havamda olmadığım için (yine inanılmaz blogger önerileri ile karşınızdayım) kısaca içeri göz atıp yoluma devam ettim.
Şehrin en büyük parkı olan Bute Park, Cardiff'in nefes aldığı, olabildiğince yemyeşil alanı. Park takıntımı artık biliyorsunuzdur, kahvemi alıp burada baya vakit geçirdim.
Parkın hemen karşısında, Galler Hükümet binası (Welsh Government) ve Cardiff Üniversitesi bulunuyor.
Binaların etrafında dolaştıktan sonra bölgenin tam ortasındaki Cathays Park'a uğramadan geçmeyin, park değil aslında bahçe denebilir zira baya küçük bir alan.
Tam ortasındaki Galler Ulusal Savaş Anıtı (Welsh National War Memorial), Birinci Dünya Savaşında hayatını kaybeden askerler için yapılmış.
Bu bölgenin biraz ilerisinde Cardiff City Hall (Cardiff Belediye Binası) ve National Museum Cardiff (Cardiff Ulusal Müzesi) binaları yer alıyor. City Hall'in mimarisi etkileyici ama içeri maalesef girilmiyor. Güzel haber: National Museum Cardiff'e giriş ücretsiz, alt katta Galler bölgesinin antik çağlardan bu yana tarihini anlatan müzeyi gezebileceğiniz gibi, üst kattaki Galler modern sanat sergilerini de bedava gezebiliyorsunuz.
Cardiff'te çok fazla sayıda alışveriş merkezi yer alıyor. Ana caddelerinde çok sayıda dükkan olduğu gibi, St David's Dewi Sant gibi birçok alışveriş merkezi var. Queen Street ve St Mary Street etrafında çok fazla pub ve restoran bulunuyor.
Şehir merkezi ile en çok hoşuma giden yerlerden biri, "arcade" yani pasajlar oldu. Bu kapalı geçitlerde bir sürü butik dükkan ve cafeler yer alıyor. Hepsinin iç dizaynı ise birbirinden farklı ve etkileyici.
Şehirde labirent misali gezip, en güzel coffee shoplara uğramak istiyorsanız, sizi bu yerlere alalım (parantez içine gidilesi café'leri de yazdım, kahve yanına Welsh cake de söyleyin, yummy):
Castle Arcade (Barkers Coffee)
High Street Arcade
Wyndham Arcade
Morgan Arcade (The Plan)
Royal Arcade (Uncommon Ground Coffee)
İngiltere'de rugby sporu çok meşhur ve büyük bir olay. Bizdeki futbola eşdeğer diyebiliriz. Galler rugby konusunda iddialıymış, şehirdeki devasa büyüklükteki Principality Stadium bu durumu açıklıyor.
Stadyumun hemen yanında nehir kenarı yürüyüş yolu Millenium Walk diye geçiyor. Yol boyunca duvarlardaki graffitileri, nehri ve stadyumu izleyerek gününüzün bir kısmını bu yürüyüşe ayırmanızı tavsiye ederim, mümkünse benim gibi deli gibi yağmur ve rüzgarın olduğu bir günde değil ama.
Şehrin güneyindeki, merkeze yarım saatlik yürüme mesafesinde olan ve Bristol kanalına açılan Cardiff Bay ise, havanın güzel olduğunda gidip okyanus havası almak için birebir. Wales Millennium Center'ın ihtişamlı görüntüsü, bu bölgeye yürürken gözünüze ilk çarpan şey oluyor.
Binanın önündeki yazı, yine klasik bir şekilde Galce ve İngilizce olmak üzere iki dilde yazılmış.
Galce olan ilk kısım: "Creu Gwir Fel Gwydr O Ffwrnais Awen"
İngilizce anlamı: "Creating Truth Like Glass From Inspiration's Furnace"
Türkçe'si: "İlhamın fırınından cam gibi gerçeği yaratmak" (Niye bu kadar tiyatral ve dramatik oldu çevirince?)
İngilizce olan ikinci kısım: "In These Stones, Horizons Sing"
Türkçe'ye çevirisinin yine garip olması: "Bu taşlarda ufuklar şarkı söyler"
Körfez bölgesinin tam ortasında, Cardiff'in simgesi olan Pierhead yer alıyor. Liman işletmeleri merkezi olarak inşa edilen bu binaya, üstündeki saatten ötürü, Galler'in Big Ben'i diyorlarmış. Hemen yanında ise merdivenlerinin enteresanlığı ile göze çarpan (Galler Ulusal Meclisi) National Assembly of Wales var.
Mermaids Quay ise restoran ve cafelerin olduğu, körfezin hemen yanıbaşındaki alan. Tahta köprü üstündeki Cofi Co'da Galler gin'i de buldum, daha ne olsun :)
SWANSEA
Cardiff'i yaklaşık 2 gün içinde rahatça gezdikten sonra, kalan son günümde Swansea'ye gitmeye karar verdim. Cardiff tren istasyonundan her yarım saatte bir tren var ve yaklaşık 1 saatlik Galler'in yemyeşil manzarası eşliğinde Swansea'e varılıyor.
Swansea tren istasyonundan inip yaklaşık 20 dk yürüdükten sonra marina bölgesi ulaşıyorsunuz. Müze havamdayım nereye gitsem derseniz, o zaman sizi buradaki National Waterfront Museum'a alalım. Galler tarihini ve endüstriyel gelişimini anlatan bu müzenin tatlı cafesinden kahvenizi alıp, üst kattaki balkonundan marina manzarasını seyredebilirsiniz.
İtiraf ediyorum, Swansea'ye gelmemdeki en büyük neden, meşhur upuzun sahilinde yürümek ve şöyle deriiiiin bir yosun kokulu okyanus kokusu almaktı - malum, Londra'da Thames nehrinden bize bir hayır yok.
8 km uzunluktaki Swansea kumsalı, 'medcezir'in (gelgit) tüm Britanya adasındaki en belirgin yaşanan yerlerinden biri. Zira "Yaşasın, kumsal-güneş-deniz" diye bağırıp sahile koştuğumda, suya varmam yaklaşık 5 dk'mı aldı. Vardığımda da buz gibi bir su, kıyıya vurmuş birçok deniz kabuğu ve yengeçle karşılaşıp "Adaletin bu mu dünya" diyerek gelgite söylendim bir müddet. Neyseki silkelenip kaldığım yerden yürüyüşe devam ettim, zaten alıp uçuracağından korktuğum şiddetli rüzgar beni kendime getirdi.
Yine de, bir saate yakin sahilde yürüyüş yaptım, suyu gören İzmirli'nin kaçınılmaz durumu :)
Şehirde tabii ki bir adet kale var (Swansea Castle), aslında kale kalıntısı demek daha doğru olur çünkü içine girilecek bir kısmı yok, sadece etrafına bakabiliyorsunuz - tam benlik :)
Sahil kısmından şehrin merkezine doğru ilerledikçe, lokal evlerin Notting Hill ve Bristol tadında bitişik ve rengarenk olduğunu gördüm. Ayraca sokaklarda yürüdükçe, çok fazla graffiti olması da dikkatimi çekti.
Swansea genel olarak, upuzun sahili, liman kenti oluşu, insanların rahat tavırları ve sokaklardaki havasıyla bana biraz İzmir'i hatırlattı. Cardiff ise en büyük şehir ve daha sanayileşmiş haliyle İstanbul'u.
Paralel evrende, Türkiye'de İzmirli olup İstanbul'da çalışmak, Galler'de Swansea'lı olup Cardiff'te çalışmak gibi sanki. O zaman izninizle kendimi fahri Swansea'li ilan ediyorum, zaten Catherine Zeta-Jones da buralıymış, ben de diyorum bir yerden çekiyor bu şehir beni...
Galler'de görülecek daha birçok yer var, özellikle de milli parklarda trekking yapılası yerleri ve daha bir sürü sahili. Ama siz de benim gibi "Sırt çantamı alıyım, trene atlıyım, ana şehirlerini göreyim" diyorsanız, 3 günlük kısa bir tatilde Galler'in bu iki büyük ve güzel şehrini görebilirsiniz. Her ne kadar dünyanın en tuhaf dillerine sahip olsalar da, ben Galler'i çok sevdim, eminim siz de seversiniz.
O zaman yazımı meşhur bir Galce sözle bitirmek istiyorum....
"Dgjkldsf jjsuidipsnvds sreioruaoidnds bkifkfds."
Evet klavyeye rastgele yazdım.
Sevgiler,
Seçil
留言